 
                 
                Yahudiler 19.yy sonlarında Rusya’da II.Aleksandr’ın öldürülmesiyle başlayan ve kısa sürede tüm Avrupa’ya yayılan Yahudi düşmanlığı (anti-semitizm) neticesinde yeni bir yurt aramışlardır. Birçoğunun Amerika, Kanada gibi ülkelere göç ettiği bu süreçte bir kısım Yahudi de İngilizler sayesinde kutsal kitapları Tevrat’ta da vaat edildiğine inandıkları Filistin topraklarına yerleşmişlerdir. “Aliyah” olarak adlandırdıkları bu göçle bölgede güçlenen Yahudiler 1948 de İsrail Devletini kurmuşlardır.Kurdukları bu devletle son yüzyılda bölgenin siyasi ve demografik yapısında ciddi değişimlere sebep olan Yahudiler son on yılda Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki Arap Devletlerinde rejimleri yerinde oynatan halk ayaklanmalarının doğal sebebi olarak görülmektedir.
Aralık 2010’da Buazizi’nin kendini yakmasıyla başlayan ve son on yılda Orta Doğu’da ve Afrika’nın kuzeyinde birçok ülkeyi etkileyen Arap baharının neticesinde gelinen noktada bölgede demokratik yapıya sahip bir çok Arap Devletinin hayali gerçekleşmeden suya düşmüştür. Mısır ve Tunus’taki rejimler seçimle başa gelse de demokratik yönetim şekli bilinen anlamıyla kavranmadığı için uygulamaya konulmamıştır. Suriye iç savaşa sürüklenmiş ve milyonlarca insan mülteci konumuna düşmüştür. Libya’da siyasi istikrar sağlanmadığı için resmen olmasa da fiilen üç ayrı bölgeye ayrılmıştır. Durum böyle iken bölgede her daim tehdit unsuru olarak görülen İsrail’in Arap Baharı öncesi ve sonrasındaki tavrı büyük önem arz etmektedir. Peki İsrail’in bölgedeki genel pozisyonu ve istikrarsızlık sonrası yol haritası nedir ?
Arap Baharına başlangıçta temkinli yaklaşan İsrail, özellikle kuruluş aşamasından bu yana mücadele ettiği ve iki sınır ülkesi olan Mısır ve Suriye’deki yönetim değişikliği ile sonuçlanacak halk hareketini çeşitli boyutlarda kaygı ile karşılamıştır. Arap ülkelerinde gerçekleşen halk ayaklanmalarını yakından takip eden İsrail, “İslamcı” unsurların iktidarı ele geçirebileceği konusunda uluslararası karar alıcıları tedbir almaları yönünde uyarırken “İslamcı iktidarlardan” oluşan bir Orta Doğu’nun İsrail’in varoluşuna tehdit olarak görmüştür. Ayrıca, Arap ülkelerinin demokratikleşmesi ile uluslararası platformda kullandığı “bölgedeki tek demokratik ülke” argümanını kaybedeceğini düşünen İsrail, sokaktaki Arap halklarının yönetime dahil olması ile oluşacak yeni demokratik Arap iktidarlarının İsrail’le olan ilişkilerini temelden sorgulayacağı konusunda endişeleri bulunmaktaydı. Bunun en somut örneği, Mısır’da Camp David Antlaşması ve Hüsnü Mübarek’le geliştirilen ilişkilerin yeni gelecek İslamcı iktidar tarafından sorgulanacağı ve yeniden revize edileceği endişesini taşıyan İsrail; Mısır’da ki halk hareketini “küçük bir zümrenin aşırı istekleri” olarak tanımlamış ve Mübarek yönetimine destek vermiştir. İsrail Başbakanı Netanyahu, Mübarek’in istifasından hemen önce 2 Şubat 2011’de ki konuşmasında; demokratik bir Mısır’ın hiçbir zaman barışa tehdit olmayacağını aksine barışa katkı sunacağını belirtirken tek senaryonun bu olmadığı konusunda uyarmıştır. Aksi halde gelecek İslamcı bir yönetimin İran ile işbirliği yaparak bölgede ki barış ortamı için tehdit oluşturacağını vurgulamıştır.
Mısır ile Camp David antlaşması ile güvence altına aldığı Mısır sınırı, 1994’te Ürdün’le imzalanan barış antlaşması ile güvenceye alınan Ürdün sınırı, İsrail’e karşı koyamayacak kadar askeri ve ekonomik olarak güçsüz olan Kuzey sınırındaki Suriye’deki Baas rejimi ve Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere bölgedeki bir çok Sünni devlet ile geliştirilen ilişkilerin Arap Baharı ile ortaya çıkacak yeni yönetimlerce sekteye uğratılmasından korkmuştur. Nitekim Mısır’daki Mursi rejiminin devrilmesinden, Libya’daki isyancı güç General Hafter’in desteklenmesine, Suriye’de kendine sadık örgütler eliyle Suriye iç savaşına dahil olmasından, İran’a karşı uluslararası platformlarda baskı ve yaptırımlar uygulanması için gösterdiği çabalar bölgede İsrail aleyhine gelişebilecek olaylara karşı alınan bir önlem olarak görülmektedir.
Arap Baharı sonrası bölgede oluşan yeni denklemde sözde demokrasi hareketi olarak adlandırılan ve bölgenin genel sistematik yapısını kan ve göz yaşına çeviren ve ABD destekli İsrail Arap Baharı öncesi korkularını bir tarafa bırakarak oluşan kaotik ortamın yeniden dizaynı içerisinde olmaktadır. Bunun en somut örneği 2020 Ocak ayında ABD Başkanı Trump’ın desteği ile dünyaya duyurulan “Yüzyılın Planı” olarak adlandırılan Ortadoğu barış planıdır. Birleşik Arap Emirlikleri gibi bölgenin güçlü devletlerinin de yöneticilerinin desteğini alarak barış planı desteklenmektedir. Bu durum da istikrarsızlık içinde boğuşan bölgede ki kaotik ortamı daha derinleştirerek çözümsüzleştirmektedir. Bunun en somut örneğini Doğu Akdeniz’deki yaşanılan durum göstermektedir.
Sonuç olarak unutulmamalıdır ki Arap Baharı döneminde bölge devletlerinin rol model aldıkları Türkiye’nin Suriye, Doğu Akdeniz ve Libya daki duruşunu bölgesel tehdit olarak gören ve yapılan antlaşmalar ile Türkiye’yi istenmeyen ülke olarak ilan eden aklın yol haritasının sağlayacağı fayda hiç kuşkusuz İsrail ve yandaşlarının olacaktır.
Nurullah Mustafa YILMAZ
Hasan Kalyoncu Üniversitesi/ Siyaset Bilimi ve Uluslarası İlişkiler
