 
                 
                Her siyasal rejim, bir sosyal topluluk içindeki yönetenlerin örgütlenmesinden ve varlıklarından doğan sorulara verilen cevaplar bütünüdür. Yönetenler nasıl seçilmiştir? Yönetim işlerini nasıl bölüşürler? Yönetilenler karşısında yetkililerin bir sınırı var mı? Yöneticilerin sınırlı yetkilerinin hesap verirliği var mı? Yöneticinin yönetilenlere karşı sorumluluk derecesi nedir? Bu soruların çözümleri iki büyük sınıfta toplanır: bu çözümlerin bir bölümü, yönetenlerin otoritesini yönetilenler özgürlüğü yararına sınırlayan demokratik eğilim, ötekiyse tersine, yönetenlerin otoritesini yönetilenlerin zararına güçlendiren otoriter eğilimdir. Bu çalışmada demokratik rejimler ile otoriter rejimlerin birey ile toplum ve bunların birbirleriyle ilişkileri konusu incelenecektir.
Çağımızın en önemli özelliklerinden biri, tartışmasız, demokrasi düşüncesinin yayılması ve geniş bir uygulama alanı bulmasıdır. Bu hal, demokrasi konusunda bir görüş birliği olduğu anlamına da gelmemektedir. Demokrasi kavramını ilk olarak Antik Yunanlılar milattan önce 500 yıllarında Yunan literatürünü kullanarak ortaya atmış ve bu kavram günümüze kadar gelmiştir. Antik Yunanlılarda Demokrasi, diktatörlük ve tiranlığa karşı halkın kendi kendini yönetebileceği anlayışından ortaya çıkmıştır.[1] Demokrasinin sözcük anlamının incelenmesine “etimolojik demokrasi” veya “sözcük demokrasisi” denilmektedir. Yunan literatüründen gelen demokrasi ifadesi (demokratia) “demos”, halkı ifade ederken “kratos” ise hükmetmek, idare etmek anlamına gelmektedir. Sonu “krasi” ile biten bürokrasi, otokrasi, demokrasi gibi tüm terimler iktidar ve yönetme anlamındaki “kratos” kelimesinden türetilmiştir. Dolayısıyla demokrasi ifadesi en temel anlamıyla halkın idaresi halkın yönetimi anlamını bize vermektedir.
İlk defa Yunanlı tarihçi Herodot tarafından kullanılan demokrasi ifadesi halkın yönetiminden
ziyade Abraham Lincoln’ün ünlü demokrasi tanımında belirttiği şekilde halkın halk tarafından halk için yönetimi olarak yaygınlık kazanmıştır. Başka bir deyişle, ideal demokrasi halktan gelen bir hükümet, halk tarafından uygulanan bir hükümet ve bunu halk için yapan bir hükümettir. Buradaki yönetim kavramı temel siyasal kararları almak ve uygulamak anlamına gelmektedir.[2] Churchill ise demokrasiyi: “en iyi idare şekli değil, ama kötü tarafları en az olan idare şekli” olarak kabul etmiştir.
Günümüzde, demokrasinin birbirine benzer bir çok tarifi üzerinde birleşmekten daha da önemli olanı, demokrasinin ifade ettiği kurumlar ve müesseselerde uzlaşma sağlamak ve bunları hayata geçirmek olmalıdır. Modern demokrasiler, birçok taraftan antik demokrasi deneyimlerinden ayrışmışlardır. Örnek olarak, toplumun büyüklüğü yönünden bir ölçek farkı söz konusudur. Devlet, ulus, halk, temsil, özgürlük, çoğulculuk, eşitlik, insan hakları gibi kavramlar, modern demokrasilerde ortaya çıkan yeniliklerdir.
Günümüzde demokratik ülkelerde uygulanan üç temel hükümet sistemi olduğu görülmektedir. Bunlar, parlamenter sistem, başkanlık sistemi ve yarı başkanlık sistemidir. Söz konusu modellerden en yaygını, özellikle Avrupa ülkelerinin çoğunda uygulanan parlamenter sistemdir. Başkanlık sisteminin uygulama alanı büyük ölçüde Amerika kıtasıdır. Bu kıtada bulunan Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) yanı sıra pek çok Latin Amerika ülkesi de başkanlık sistemiyle yönetilmektedir. Yarı başkanlık ise aralarında Fransa ve Rusya’nın da bulunduğu az sayıda ülkede uygulanan bir hükümet sistemidir.
Hükümet sistemlerinin her biri, demokratik idealler ve siyasal istikrarı sağlama açısından belirli olumlu ve olumsuz yönler taşırlar. Bu bakımdan, ülkelerin hemen hepsinde uygulanan sistemin değiştirilmesi veya reforma tabi tutulması yönünde ciddi tartışmalar bulunmaktadır. Siyasal sistemleri sınıflandırma çabası içine giren Aristoteles, her coğrafyanın kendi tarihsel gelişimi, iç ilişkileri ve siyasal kültürü doğrultusunda bir model oluşturduğunu ve bunların belirli açılardan farklılaştığını ifade etmiştir. Aristoteles, bu açıdan, her zaman ve her yerde geçerli olacak “ideal” bir yönetim biçiminin var olmadığını savunmuştur. Bu yaklaşımın farklı coğrafyalarda yaşanan somut örneklerle tarihsel olarak kanıtlandığı söylenebilir. Gerçekten de ülkelerin yönetim biçimleri, siyasal rejimleri ve hükümet sistemlerinin toplamından oluşan siyasal sistemlerinin özgün bir karakter yaşadığı söylenebilir. Dolayısıyla “en iyi” şeklinde nitelendirilebilecek tek bir sistemin olmadığı, ülkelerin tarihsel deneyimleri doğrultusunda şekillenen kendi iç koşullarına uygun modeli oluşturabilecekleri açıktır. Bu noktada, belirtilmesi gereken bir diğer konu, hükümet sistemine ilişkin tartışmaların yalnızca Türkiye’ye özgü bir durum olmamasıdır. Hâlihazırda ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin tamamında, hâlihazırda uygulanan sistemin eksiklikleri üzerinde durulmakta ve değişiklik önerileri sıklıkla dile getirilmektedir.
Adından da anlaşılabileceği gibi parlamenter sistemde ağırlık yasama organında, yani parlamentodadır. Bu bakımdan, seçimlerden en fazla temsilciye sahip olarak çıkan partinin başkanı (parlamenter olması koşuluyla) hükümeti kurma hakkını elde eder (Bayraktar-Durgun 2019:29).[3] Başbakan, yine kendi partisi içinden ve böyle bir zorunluluk bulunmamasına rağmen teamül olarak genellikle parlamenterler arasından bakanlar seçer. Bakanlar, hem parlamentoya hem de başbakana karşı sorumludur. Hükümet, müşterek sorumluluk esasına göre çalışır ve bu bağlamda başbakanın asıl konumu “eşitler arasında birinci” (primusinterpares) olmaktır. Ancak uygulamada, sistemin yürürlükte olduğu her yerde, başbakanın tüm bakanlardan daha
üst bir konumda olduğu görülmektedir. Parlamenter sistemde devlet ve hükümet başkanı birbirinden ayrı isimlerdir. Devlet başkanı (rejime göre kral veya cumhurbaşkanı) daha çok sembolik bir role sahipken asıl yetki ve sorumluluk parlamentodan çıkan başbakana aittir. Yürütmenin resmî başı, eğer rejim monarşik değilse, genellikle parlamento tarafından seçilir, tarafsız olarak kabul edilir ve siyasal açıdan sorumsuzluğa sahiptir. Bu sistemde, devlet başkanı, ilke olarak parlamento tarafından kendisine gönderilen yasaları veto etme yetkisine sahip olmasına rağmen bu yetkisini istisnai durumlarda kullanır. Yasalaşan metinlerin genellikle hükümet tarafından gönderildiği düşünüldüğünde başbakanın istediği bir yasanın kabul edilmemesi ya da bunun tam tersi şekilde istemediği bir yasanın çıkması ihtimalinin oldukça düşük olduğu söylenebilir. Buna karşılık, parlamenter sistemde, hükümet, göreve başlamadan önce meclisten güvenoyu almak zorundadır. Yine görev süresinde herhangi bir bakan ya da hükümetin tamamı parlamento tarafından güvensizlik oyu verilerek düşürülebilir. Bu durum, parlamenterlerin başbakana veya bakanlara yönelik gensoru önergeleri vermeleri ya da siyasal bir kriz yaşayan hükümetin parlamentodan güvenoyu istemesi durumunda yaşanır. Diğer taraftan, hükümetin parlamentoyu feshetme yetkisi bulunmaz. Bu yetki, yalnızca bazı ülkelerde ve çok nadir durumlarda kullanılmak kaydıyla devlet başkanına verilmiştir. Devlet başkanının ilke olarak tarafsız olması, söz konusu yetkisini objektif şekilde ve ancak gerektiği durumda kullanacağının güvencesi olarak görülür.
Parlamenter sistemin genel özellikleri;
*Yürütme işlevi iki ayrı organ tarafından yerine getirilir. Bu organlar ‘devlet başkanı’ ve ‘bakanlar kuruludur’.
*Devletin başı ve hükümetin başı farklı isimlerdir.
*Monarşilerde devlet başkanına kral, prens, imparator vb, cumhuriyette cumhurbaşkanı adını alır.
*Devlet başkanının rolü semboliktir.(yetkileri azdır)
*Devlet başkanını parlamento seçer.
*Yürütme işlevini hükümet başkanı ve bakanlar kurulu yürütür.
*Başbakan meclis içerisinden seçilir.
*Yürütme organı, göreve başlamak için yasamanın güvenoyuna ihtiyaç duyar.
*Devlet başkanı belirli şartlarda meclisi feshedebilme yetkisine sahiptir.
*Devlet başkanı siyasi olarak sorumsuzdur. Görevden alınamaz.
*Bakanlar kurulu parlamentoya karşı sorumludur.
*Bazı ülkelerde çift meclis bulunabilir. Örneğin İngiltere’deki Lordlar Kamarası ve Avam Kamarası.
*Tek başına başa gelen parti yasama ve yürütme güçlerini birleştirebilir ve keyfi uygulamalara gidebilir. Burada
ortaya sivil toplum bilincinin güçlü olması zorunluluğu çıkar.
Parlamenter sistem, kendi içinde demokrasi ve istikrar dengesi bakımından bazı sorunlar yaratabilir. Demokrasinin temelindeki çoğulculuk ve müzakere kültürü istikrarın zayıflaması ve karar alma süreçlerinin yavaşlaması yönünde olumsuz bir etkiye neden olabilir. Bu bağlamda, sisteme yöneltilen eleştirilerin uygulanan ülkedeki demokrasi kültürü ile yakından bağlantılı olduğu söylenebilir. Örneğin İngiltere’de sisteme yönelik en önemli eleştiriler, tek bir partinin yönetmesinden dolayı kararların daha az tartışılmasından kaynaklanır. Diğer pek çok ülkede ise uzun süren koalisyon hükümetleri siyasal istikrarsızlığa neden olduğundan eleştiriler, parlamenter sistemin karar alınmasını iyice zorlaştırmasına ve bu nedenle etkili bir yönetim sergilenememesine odaklanmaktadır.
Başkanlık sistemi, günümüzde, doğduğu ülke ABD başta olmak üzere genellikle Amerika kıtasındaki ülkelerde uygulanmaktadır. Başkanlık sisteminde asıl güç, parlamentarizmin aksine başkanın elindedir. Halk tarafından doğrudan seçilen başkan, hem devletin hem de hükümetin yani yürütmenin tek başıdır. Ayrı bir başbakanlık makamı bulunmaz. Başkan, seçmenler tarafından seçildiği için parlamentodan ayrıca güvenoyu alması gerekmez. Bakanlar, doğrudan başkan tarafından atanır ve görevden alınır. Bunlar doğrudan başkana bağlıdır ve parlamenter sisteme göre yetkileri oldukça azdır (Kuzu 2011: 22)[4]. Bu bağlamda, bakanları başkanın belirli konularda yetkilendirdiği sekreterleri veya özel temsilcileri olarak adlandırmak yanlış olmayacaktır. Parlamentonun bakanlar üzerindeki denetim yetkisi oldukça sınırlıdır. Başkan gibi bakanların da parlamento tarafından gensoru yoluyla denetlenmesi veya güvensizlik oyuyla düşürülmesi mümkün değildir. Bakanların yanında büyükelçiler başta olmak üzere diğer pek çok üst düzey yönetici de başkan tarafından atanır ve teamül olarak başkanın görev süresinde görev yapar (Heywood 2007: 477).[5] Ayrıca kendi görevi süresinde Yüksek Mahkeme (Supreme Court) üyeliklerinde boşalma olması halinde başkan buraya da atama yapar. ABD başta olmak üzere sistemin uygulandığı pek çok ülkede iki meclisli bir yapı vardır. Parlamento seçimleri, başkanlık seçiminden farklı tarihlerde yapılır. Bu şekilde, başkan ile parlamentonun farklı siyasal eğilimlere ve partilere mensup olmasının önü açılır. Böylesi bir yaklaşım demokrasi ideallerinin hayata geçmesi bakımından uygulanan fren ve denge (checkandbalance) anlayışıyla yakından ilişkilidir (Jones 2005: 4).[6] Buna karşılık, yasama gücünü kullanan parlamentonun başkanı görevden alma ya da tam tersine başkanın parlamentoyu feshetme yetkisi yoktur.
Başkanlık sisteminin genel özellikleri;
*Başbakan yürütme organının başıdır ve doğrudan halk tarafından seçilir.
*Parlamentonun güvenoyuna ihtiyaç duyulmaz.
*Yasama ve yürütme organları arasında kesin bir ayrılık vardır.
*Başbakan istisnai durumlar dışında görevi bitmeden ya da istifa etmeden iş başından uzaklaştırılamaz.
*Başbakan yasam organını feshedemez.
*Hükümet üyeler genellikle parlamentoda yer almaz, doğrudan başbakana bağlı ve ona karşı sorumludurlar ve doğrudan onun tarafından atanırlar.
*Bu sitemin en yetkin örneği ABD’de görülür. Yürütme yetkisi başkana, yasama yetkisi Senato ve Temsilciler
Meclisinden oluşan Kongre’ye aittir.
*Yargı yetkisini yüksek mahkemeler ve alt mahkemeler kullanır.
*İki dereceli seçim sistemi ile 4 yıl süre ile 2 dönemlik seçilir.
*Erken seçim yoktur.
*Başkan yasaları veto etme hakkına sahiptir. Kongre o yasayı tekrar çıkarabilmesi için 3/2 oranında çoğunluğu oluşturması gerekiyor.
*Siyasi istikrarın sağlanması ve sürdürülmesi konusunda parlamenter sisteme göre daha avantajlıdır.
*Etkin bir yönetim ve hızlı karar alma konusunda da avantajlıdır.
*Demokrasiye daha uygudur.
*En büyük dezavantajı ise yetkilerin kendi çıkarları doğrultusunda kullanılma riskinin olması.
Bundan önce özellikleri anlatılan diğer iki hükümet sistemiyle karşılaştırıldığında yarı başkanlığın hem nispeten yeni hem de uygulama alanı daha sınırlı bir model olduğu görülmektedir. Yarı başkanlık sistemi İkinci Dünya Savaşından sonra Fransa’da ortaya çıkmıştır. Fransa’da doğan sistem, günümüzde belirli değişikliklerle başka ülkelerde de uygulanmaktadır. Rusya, Finlandiya, Avusturya, Portekiz, İzlanda ve İrlanda gibi ülkeler yarı başkanlık sistemini kullanmaktadır. Ancak bu sistemin uygulaması bakımından ülkelerde çeşitli farklılıklar olduğu görülmektedir. Avusturya, İrlanda ve İzlanda gibi ülkeler, ilke olarak yarı başkanlıkla yönetilmelerine rağmen devlet başkanı sembolik bir nitelik taşır ve asıl yetki başbakandadır. Rusya dışındaki diğer ülkelerde yürütmenin her iki unsuru bir güç dengesi meydana getirmiştir. Rusya’da ve sistemin Fransa’daki ilk uygulamasında ise devlet başkanı başbakana göre daha fazla yetkiye sahip olmuştur.
Yarı başkanlık sisteminin genel özellikleri;
*Parlamenter sistem ile başkanlık sisteminin her ikisinden de özellikler almıştır.
*En iyi örneği Fransa’da görülür. Sistemi siyaset kuramına ve pratiğine uygulan ülkedir.
*Yürütme organı parlamenter sistemdeki gibi iki başlıdır.
*Devlet başkanı sembolik değil hükümet ile yürütme organını ortaklaşa kullanır.
*Cumhurbaşkanının oldukça geniş bir yetki çerçevesi vardır.
*Cumhurbaşkanı başbakanı ve başbakanın önerisi üzerine bakanları atar.
*Üst düzey yöneticilerin çoğunu da cumhurbaşkanı atar.
*Meclisi dağıtma yetkisine sahiptir.
*Cumhurbaşkanı siyasi olarak sorumsuzdur.
*Devlet başkanı bazı durumlarda tek başına karar alırken bazı durumlarda ilgili bakanın
imzası ve sorumluluğuyla da karar alabilir.
* Kurulunun gerçek başı cumhurbaşkanıdır.
*Cumhurbaşkanı yazılı olarak başbakana vekâlet verir ve başbakan toplantılara başkanlık yapar.
*Cumhurbaşkanının katılmadığı toplantılar anayasaya göre geçersizdir.
*Başbakan ve bakanlar kurulunun yetkileri azdır.
*Yürütmedeki iki başlılık yüzünden sistemin kilitlenme noktasına gelmesi riski vardır.
*Yönetimde farklı siyasi görüşlerin etkin olabilmesi yüzünden gerilim yaşanabilir.
*Başbakanın otoriter eğilimler içine girmesinin önü kapanmıştır.
Yarı başkanlık, demokrasiden taviz vermeden siyasal istikrarı sağlamak için oluşturulmuş bir hükümet sistemidir. Ancak diğer iki sistem için söz konusu olan sorunlar, yarı başkanlık için de geçerlidir. Burada ilk sorun olarak devlet başkanının üstün konumuna değinilebilir. Yarı başkanlık sisteminde kendisi istifa etmediği takdirde devlet başkanının görevden alınması mümkün değildir. Buna karşılık, devlet başkanının parlamentoyu feshetme gibi bir hakkı vardır. Aynı zamanda hükümet, parlamento tarafından da güvensizlik oyuyla düşürülebilir. Dolayısıyla devlet başkanı ile parlamentonun ve dolayısıyla başbakanın farklı partilerden olması durumunda sistemin kilitlenmesi tehlikesi vardır (Yazıcı 2011: 108).[7] Bu durumda yapılması gereken, devlet başkanının daha az yetkiye razı olmasıdır. Ancak bu durumda da yarı başkanlık anlamını kaybedecek ve parlamentarizme dönüşecektir. Ayrıca devlet başkanı ve başbakanın her ikisi de meşruluklarını doğrudan halktan aldıkları için birini daha az yetki kullanmaya razı etmeye çalışmak doğru olmayacaktır. Bunların tam tersi bir durum olarak her iki unsurun aynı partiden olması durumunda da otoriterleşme eğiliminin doğması söz konusudur. De Gaulle döneminde yaşandığı gibi güçlü bir devlet başkanı tüm iktidarı kendi eline alıp kendisinin atayacağı başbakanı sembolik bir konuma düşürebilecektir.[8]
Otoriter rejim türlerini dört ana başlık altında ele alabiliriz. Baktığımızda şu şekilde sıralayabiliriz: Askeri cunta yönetimi, tek parti yönetimi, üçüncü dünya ülkelerindeki diğer tek parti rejimleri ve melez yönetimlerdir. Askeri cunta yönetimi uygulanan ülkede siyasal parti yoktur. Yönetim ve politikalar ordu veya ordu içindeki bir grup subayın elindedir. Tek Parti Yönetimi, otoriter rejim türlerini karşılaştırdığımızda en esnek ve en istikrarlı yönetim biçimidir. Tek bir parti devletin yasama, yürütme ve yargı yolları mutlak biçimde denetlenir ve işletilir. Bir bakıma partinin devlete eşanlamlı hale gelir. Tek parti rejimlerini içinde şu ikiye ayırabiliriz: Komünist rejimler ve üçüncü dünya ülkelerindeki diğer tek parti rejimleri. Komünist rejimler, ülkedeki ekonomik ve sosyokültürel yatırımların devlet tüzel kişisi tarafından planlanıp, yapıldığı ve sermaye araçlarının çoğunlukla devletin sahip olduğu bir yönetim şekli olarak karşımıza çıkar. Üçüncü Dünya Ülkelerindeki Diğer Tek Parti Rejimleri, üçüncü dünya ülkelerindeki tek parti rejimleri ülkenin kalkınma önceliklerini ve modernleşmesini meşrulaştırırlar. Lider Temelli Dikta Yönetimi, diktatörün yani baştaki tek adamın her konuda mutlak hakimiyeti bulunmakta ve devletteki bütün kilit kararlar diktatör ve yakın çevresi tarafından verilmektedir. Diktatörlükleri tek parti ve askeri cunta yönetimlerinden farkına baktığımızda bu iki kurumun diktatörün siyasal erkini kontrol veya tehdit edecek kadar etkili olmayışı dikkat çekmektedir. Beklenmedik olaylar ve kişisel karizma sonucu bir lider başa diktatör olarak gelebilir. İktidara gelen diktatör hileye başvurabilir. Patronaj sistemi ve neo patrimonyal rejimler görülmektedir. Patronaj sistemi, bir siyasal liderin politik gelecek kaygısıyla kişi ve zümrelere devletin kaynaklarını kullanarak maddi kazanç sağlamasıdır. Neopatrimonyal rejim ise liderin bir taraftan kamu kaynaklarının kullanımı üzerinde sınırsız yetkisi bulunduğu, diğer taraftan da bu gücün akraba ve tanıdıkları kayırmak için kullanıldığı bir rejim olarak gözlemlenmektedir. Diğer dikta rejimlerinden ayrılan yanı neopatrimonyal liderlerin siyasal gücü elinde tutmak için yasama-yürütme-yargıyı bilerek güçlendirmemesidir. Melez Yönetimler, Otoriter rejimler askeri cunta, tek parti ve dikta şeklinde ayrılmış olsa da bu üç türün özelliklerini kısmen içinde barındıran rejimler de bulunmaktadır. Askeri cunta, tek parti ve dikta rejimleri olarak üç rejiminde özelliklerini içinde barındıran otoriter rejim türlerine melez rejimler olarak kaşımıza çıkar. Melez rejimler arasında en sık görülen ise ordu-diktatörlük karşımı rejimlerdir.
Kurumsal sınırlamalar açısından, demokratik rejimler güçler ayrılığı ilkesine sahiptir ve kaar verme sürecinde çok sayıda aktör yer almaktadır. Bu nedenle, karar verme yetkisi, demokratik kurumlar arasında dağıtılmıştır. Kendi görevlerini ifa eden ve diğer kurumları sınırlama üzere tasarlanan bu kurumlar da, birbirlerini dengelemekte ve kontrol altında tutmaktadır. Böylece, anayasal kontrol ve denge anlayışının varlığı, karar vericinin dramatik tedbirler almasını engellemektedir. Ayrıca demokratik yönetimlerde, karar verici, diğer aktörlerin ve sosyal grupların desteğini de almak zorundadır. Çünkü, karar verici, hem karar alabilmek hem de aldığı kararın meşruiyetini sağlamak açısından bu grupların desteğine ihtiyaç duymaktadır. Demokratik rejimler, toplumsal etkilere açıktır. Kamuoyuna politikalarından ötürü, seçimler kanalıyla hesap vermek zorundadır. Bu neden kara vericiler vatandaşların taleplerine duyarlı olmak zorundadır. Ancak, otoriter rejimler ise demokratik rejimlerin aksine karar alırken daha fazla serbestliğe sahiptir. Çünkü, otoriter lider, kurumsal sınırlamalar ile karşılaşmaz. Bu nedenle kararları daha çok lider almaktadır. Zaten, bu rejimlere yönelik olarak yapılacak iç eleştiriler hem tehlikelidir hem de risklidir. Ancak, otoriter rejimlere karşı demokratik yönetimlerin tutumları oldukça farklıdır. Eğer demokratik yönerim , demokratik olmayan rejimler ile çatışma içerisindeyse, demokratik rejim, anarşik uluslararası sistemin daa saldırgan normlarına başvuracaktır ki, hayatta kalma anarşik uluslararası sistemde daha zordur.
Dahl, Robert A, On Democracy, New Haven London, Yale University Press, 2000.
Geddes, Barbara, “What Causes Democratizations ?” The Oxford Handbook of Comparative Politics, der, Carles Boix, Susan C. Stokes, Oxford, Oxford Univ. Press, 2007.
Bayraktar-Durgun, Gonca (2012). “Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı”, (der. Burhan Aykaç ve Şenol Durgun), Çağdaş Devlet Sistemleri, (Ankara: Binyıl Yayınları).
Kuzu, Burhan (2011), Her Yönü İle Başkanlık Sistemi, (İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılık).
Heywood, Andrew (2007), Siyaset, (Ankara: Adres Yayınları), (Çev. Bekir Berat Özipek vd.).
Jones, Charles (2005), ThePresidency in a SeparatedSystem, (Washington: TheBrookingsInstitution).
Yazıcı, Serap (2011), Başkanlık ve Yarı-Başkanlık Sistemleri: Türkiye İçin Bir Değerlendirme, 2. Baskı, (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları).
Hekimoğlu, Mehmet Merdan (2009), Anayasa Hukukunda Karşılaştırmalı “Demokratik Hükümet Sistemleri” ve Türkiye, (Ankara: Detay Yayınları).
[1] Dahl, Robert A, On Democracy, New Haven London, Yale University Press, 2000.
[2] Geddes, Barbara, “What Causes Democratizations ?” The Oxford Handbook of Comparative Politics, der, Carles Boix, Susan C. Stokes, Oxford, Oxford Univ. Press, 2007.
[3] Bayraktar-Durgun, Gonca (2012). “Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı”, (der. Burhan Aykaç ve Şenol Durgun), Çağdaş Devlet Sistemleri, (Ankara: Binyıl Yayınları).
[4] Kuzu, Burhan (2011), Her Yönü İle Başkanlık Sistemi, (İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılık).
[5] Heywood, Andrew (2007), Siyaset, (Ankara: Adres Yayınları), (Çev. Bekir Berat Özipek vd.).
[6] Jones, Charles (2005), ThePresidency in a SeparatedSystem, (Washington: TheBrookingsInstitution).
[7] Yazıcı, Serap (2011), Başkanlık ve Yarı-Başkanlık Sistemleri: Türkiye İçin Bir Değerlendirme, 2. Baskı, (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları).
[8] Hekimoğlu, Mehmet Merdan (2009), Anayasa Hukukunda Karşılaştırmalı “Demokratik Hükümet Sistemleri” ve Türkiye, (Ankara: Detay Yayınları).
